31 Ağustos 2020 Pazartesi

Aşkın, İçkin Paradoksu

Naturalizm der ki; 

Varlıkta varlığı aşan, aşkın (transendent) bir ilke ve özne bulunamaz. Her şey varlığa içkindir.

Sözlüğe göre;

Aşkın: "Ötesine geçmiş" "Benzerlerinden üstün"

İçkin: Varlığın içinde olan,varlığın yapısına karışmış,mündemiç



Naturalizm'e göre; 

Varlıkta aşkın ve üstün olan yok. Bu her şey (tümvarolan) antisizce içkin demektir. 

Bu ne demektir?
Bu tersinden bakarsak alt ve düşük olan yok demektir. Her şey aynı sınıftan ve aynı varlıktan varlıktır. Aşık Veysel'in :   "Aynı vardan varolumuşuz. Aynı varlık her bedende". deyişini ele alalım. Bu tam bir Naturalizm'dir. 

Bir yoruma göre bu demek değildir ki; varlıkta güçlü ve bizden ileri varlıklar hatta neredeyse tanrısallaşmış varlıkların olabileceği bir düzlem olamaz. Olabilse de yine de bunlar içkindir. İnsanın bunu aşkınsal ele alması hatadır. Tıpkı Veysel'in deyişindeki gibi o da aynı varlıktır.

İnsansal varoluşun dışında göksel kozmoloji de güçlü varlıklar olsa bile bunların mutlak olarak aşkın olmayacağı anlayışı. Aşkınlığın varlıkla uyumlu olmaması...
Bu basitçe kedi ve köpekte candır ve varlıktır. İnsan da aynı demek gibidir.
Basitçe Amerika'nın başkanı benden ya da bizim kediden üstün değil demek gibidir..
Tıpkı bunun gibi evrende genel kozmoloji de çok yüksek teknolojisi, zekası ya da anlayışı olan ırklar ve varlıklar düşünelim. Naturalizme göre bunlar da yine aşkın değil varlıksal içkindir. 

Tanrı bir üstün (dışat, aşkın) özne kabulüdür. Varlıktan üstün anlamına gelir. Varlığı içermez. Yani "Tanrının varlığı" varlığı ve "varlığın varlığı" Tanrıyı içerseydi o aşkın diyemezdik. Bu ikisi birleşik anılırdı. Naturalizm; aşkın yani  varlığın içermediği, onun dışında olan ve ondan aşkın olan bir ilke nasıl olabilir ki, demektir. Bu anlayış tüm doğayı ve varolanı birleştirir, bir bütün olarak görür.

Dilimizdeki aşk ifadesi, aşkınla aynı kökene sahiptir. Bu Ortadoğu coğrafyasında yaygın bir tanım. Bir güç varlığı arayışı. Koruyan, kollayan, sahiplenen bir öznenin arayışının sembolüdür. İnsan zayıflığını varoluştaki güçlü özne kabulü ve arayışlarıyla ve varsa onlardan destek görme anlayışıyla birleştirmiştir.

Aşk kavramında genellikle kendinden geçme, esrime, neredeyse varlığının kontrolsüzce ele geçirilmesi, duygularına karşı koyamama gibi belirtmeler yok mu?
Bunu inceleyin.

-genişletilecek-

İnançsız Damgası

Bitmeyen tartışma; İnançsız damgalaması...



(Dinsel Tanrısal düşünceye sahip ya da üye olma olmama anlamında belirtilen) İnançsız damgası ve etiketini reddedin! Bu etiketi sahibine geri verin..

Neden?
Asimetrik bir zemindir ve eriştik (kayıplı, karşı tarafın sizi anlamayacağı , empatiden bağsız olduğu ve kendi içinde/ölçütünde hep haklı çıkacağı) bir tartışmaya sizi götürür. Zemin yanlıştır.

Düşünce özgürlüğü kapsamında durum şudur.

A- Tarının varolduğunu düşünenler.
B- Tanrının varolmadığını düşünenler.

İnanç ve vicdan özgürlüğü kapsamında durum şudur.

A- Tanrının varlığına inananlar.
B- Tanrının yokluğuna ve olmadığına inananlar.

Yani kişinin kendi inanç ve vicdan durumu var. Kendi düşünce durumu var. Senin benimsemeni benimsemek zorunda değil. Toplumun genel kabullerine de uymak zorunda değil. Bunu yapmıyor diye ona inançsız diyememelisin.

İnançsız berbat bir yakıştırmadır. Bunu diyene iade edin ve reddedin ve bu tutumu düzeltene kadar aksini tartışmayın, bu kişiyle de tartışmayın ve önce verili zemini ifadeyi gözden geçirmesini kendini kontrol etmesini isteyin.

İki örnekle açıklayacağım. Uzun yıllar internet grupları ve formlarında bunu tartıştım.

"Babam ateist, ben inançsız
 birinin merhametli ve vicdanlı olabileceğine hiç inanmıyorum"
Öykü Gürman

İnanç başka kavram, ateizm başka kavramdır. Bu ikisi birbirine -bana göre ise- bağsızdır. Fark şöyle. Örneğin inanç gökkuşağı demekse ateizm armut demektir. 

Yeryüzünün en talihsiz açıklamalarından biri. Buradan bakınca ya bu kişi bir çarşaf içinde Arap çöllerinde doğmayı hakediyordu ya da daha muhafazakar bir tabanda toplumsal özgürlükleri kısıtlanmış olarak eminim varolmayı ve bu ifadeyi düzenleyene ve bir tekzip yayınlayana kadar hala ediyor.

Geçenlerde bu gönderiyi duvarımda gördüm. Bir facebook grubunda paylaşılmıştı. Bunları kişisel bir empatiyle yazıyorum.

İnançsız ne demek?
non-teist nedir? kime denir?
a-teist nedir?
Bunları kısaca anlatarak başlayayım. 

Öncelikle elimizde teizm (tanrıcılık/dindarlık) ve monoteizm (tektanrıcılık) gibi kavramlar var. İngilizce non kavramı; dışında, ilgisiz, bağsız anlamındadır. Yani Tanrıcılık fikrinin dışında kalanlar bununla ilgisizler non-teist olarak kapsanır. Örneğin baskın bir düşünce akımı edebiyat akımı düşünelim. Bununla ilgilenmeyebilirim ve kendi yolum olabilir. Ona göre non'um, konunun dışıyım. Bunun gibi.

Tanrıyla, tanrıcılıkla diğerlerinin anladığı gibi ilgilenmeyen ya da tanrı fikrini tıpkı diğerleri gibi benimsemeyen ve bu kapsamın dışında kalan kendi özgür ya da farklı fikirleri olan genel gruba "non-teist" denir.
non-teist dendiğinde bu "agnostik", "deist", "panteist", "ateist" hatta bir "Budist"i ve "Paganist"i ve "Şamanist"i uzayan vb ni içerebilir çünkü bunların hiçbiri bilindik anlamda yerel bir tanrıya, kişisel bir tanrıya anlam yüklemiyor ve dahası senin bireysel tanrına inanmıyor olabilir.

Kabaca toplum ya da dindar ve teist olan tarafından bunların çoğu a-teist olarak ele alınır. Kabaca inançsız ve öteki olarak damgalanır. Bu koca bir yanlış (hata) yanılsama...

Yani Öykü Gürman kadar düşünebilen, algılayabilen ve onun kadar dünyadan haberi olan birinin yanılsamasına göre toplumunun verili kabul ve Tanrılarına inanmayan Sokrates ve Parmenides, Hypatia, Einstein vb. inançsız ve vicdansızdır yani ateisttir. Bu kişiler muhtemelen merhametsiz ve bencildir.

Dinler ve Tanrı düşüncesi genelde inanç kavramı adı altında ele alınır. Bu genelin bir tahakkümüdür ve bizce yanlış bilgi tahakkümdür. Bu daha önceden dayatılmış bir dezenformasyon zemini. Bu bir bilgi zemini değil.

Bize göre din ve tanrı anlayışları toplumsal geleneksel-göreneksel bir kabuldur ve verili bilgi zeminidir, adeta kültür, gelenek görenek benzeri bir yapıdır. Yani bunun ahlakla,  inançla, vicdanla bize göre hiç bir bağı yok, olamaz da.
Etik (ahlak) asıl felsefenin konusudur. Vicdan ve merhamet... Bu dinlerin tekelinde değildir ya da tanrıya inandığını varsayan ve söyleyen kişiler ne merhamet ve ne de vicdanı diğerinden daha iyi bildiğini ya da bu anlamda daha üstün bir  duygu taşıyacağını iddia edemez ve etmemelidir. Bunlar talihsiz ve kendini bilmez, çocukça açıklamalardır.

İkincisi non'a dönelim. Diyelim futbola ilgilenmiyorum. Bana futbol'a inançsız diyebilir misin? Sanırım diyemezsin. Futbolla ilgilenmiyorum diye spor ve egzersiz bilincim olmadığını dayatabilir misin?
Bunların yaptıkları tam da budur. 

Din ve Tanrı düşüncesiyle ilgilenmemek bize göre böyledir. Kişiler bunlara büyük anlamlar yüklüyor diye tersi değil. Tam aksine Parmenides vb. örneğindeki gibi kişi Varlığı derin bir akıl ve düşünce ve sorgulama süzgecinden geçirerek bu fikire ve kanıya ermiş olabilir. Einstein örneğindeki gibi; ne olduğunu kendim anlamadığım ve bir tanrı olup olmadığına karar veremediğim ve bunu çözemediğim için orta da çekimser duruyorum demek ne büyük dürüstlük ama bunu göremiyorlar.
Tam aksine kişinin -subjektif- inanç ve tutum diye iddia ettiği ve dayattığı bağlam bu gerçekleri geçersiz kılmayacak. 


Herkesin örgütlü bir düşünce, eylem, kabul ya da inanç zemini ve sistemi olabilir. Kaldı ki hukuk devletlerinde yaşıyoruz ve yasalarımız bizi sınırlayıp ne yapmamız gerekeceğini söyler. Yasaya saygılı ve yasa bilinci olan ve herkesin eşit-ortak haklarına duyarlı saygılı-erdemli bir yurttaş olmak. Bu kamusal hukuk ve vicdanda bu anlamda en üstün ödev ve anlayış olmalıdır. Yasalar uygun değilse yasaları geliştirmek mesela. Herkese ortak uygulanan yasaların olduğu ve ortak/birlikte yasa koyulan demokratik bir yasamanın olduğu bir toplumda dinsel şeriatin, yasaların ve uygulamaların kanun koyucu vicdan dayatıcı olmasına gerek var mı? Birey yada toplum vicdanını bunun temsil etmesine gerek var mı? Sanırım Öykü Gürman gibilere göre var.

Eğer sözde kişisel inanır olmak; birine merhametsiz deme ve onu küçümseme ve bencillik inançsız gibi yakıştırmaları ona kolayca yapma hakkına böylesi geçit veriyorsa kişilerin kendini sınaması ve değerlendirmesini rica edeceğim. 

A-Teist kavramı genelde anti, karşıt, ve zıt olmaktan ileri gelir ve bazılarımız kendini böyle tanımlar. Özelikle mevcut bilimsel zemini ve evrim kuramı vb. yapıları öğrenerek dinden ve tanrı düşüncesinden vazgeçen, soğuyan-uzaklaşan arkadaşlarımız. non-tesitler olarak tamamımız böyle değiliz. Bunu anlattım.
Biz bazılarımız bu zemini yani ateizm deneni de tıpkı dindarlık ve teizm gibi felsefi olarak henüz yetersiz ve çelişik buluruz.
Bize göre varlık başlayamaz. Bir evrenin başlaması ve tekilliği söylencesine ve bir evrim kuramı yapılandırmaya ihtiyaç yoktur. Varlığın yoktan gelemeyeceğini görmek ve anlamak başlıbaşına bir oluşmanın ve başlangıcın reddini getirir ve buradan bu durumda ontolojik olarak bir tanrı öne sürülemeyeceğini açıkça görürüz.
Yani bu arkadaşlar bize inançsız yakıştırması yapmasınlar bu saçmasapandır. Kendilerinin b-ilgisizliğidir ve bize göre onların gerçeklere ilgisizliğidir ( kayıtsızlığıdır.) Bana göre onlar henüz gerçeğe ilgisiz ve kayıtsız bu anlamda yeterli inanç taşımıyorlar. Tanrısal bir kabul zeminiyle -bir şeye- inanç öne sürülemez. İnandığını söylediğin hayali öznenin varlığı sorgulanmadı bile. Bunlar çocukça...

İnançsız demek şu demektir ya da şunu dayatıyor değil mi?
Tanrı var da siz inanmıyorsunuz, bunu , kabul etmiyorsunuz ve gerçeği inkar ediyorsunuz?
Böyle bir şey mümkün mü?
Ben dönüp o kişiye sen inançsızsın derim çünkü bana göre varolmayan, hayali olan bir şeyin varlığını kabul edip, sözde buna inandığını söyleyip bunu bana dayatarak ne yapmaya çalışıyordun? Senin inandığın herşeye ben inanmak zorunda mıyım? Buna diğerleri de inanmak zorunda mı? Senin gerçeklerin mi doğru! 

Hayır, peki. Sen de yokluğuna inanmıyorsun desem ve sen buna inançsızsın desem. Bunu desem hoş ve uygun olur mu?

Tam aksine bence toplumsal tanrı kabulünü, verili zemini sorgulamaksızın, bunu düşünce eleğinden gerçekten reddi(zıttı) ile dengeli bir şekilde gözden geçirmeksizin inanan kişi, çocukça ve subjektif (yani kişisel, seçimli) özel bir alanı genelgeçer diye diğerlerine ve topluma dayatıyor. Yüzde X seni ve fikirlerini güçlü yapmaz. Gerçekler güçlüdür.
Bakın, inanç subjektif bir tutum, seçim ve subjektif bir alandır. Bize göre bu kişi gerçeği araştırmaktan kendini alıkoyarak inançtan vazgeçemiyor ve gerçeği görmüyor yani gerçeğe/objektife kayıtsız kalıyor ve üste kendi kişisel (subjektif) duygularını genelgeçer objektif vicdan diye herkese dayatıyor. Bu çocukça..

Yani ona göre sadece tanrıya inandığını söyleyenler vicdan ve merhamet duygusu taşıyabilir.
Bize göre bu kişiler henüz bilgisiz-toy, kişisel bir gerçek araştırmasından geçmemiş, varlığı üzerine içten derin gerçek bir düşünce süreci henüz sürdürmemiş kişilerdir.

Yokluğu inkar ediliyor desem uygun mu?
Ben de kişiyi gerçeklere inançsızlık ve kayıtsızlıkla eleştirebilirim. Vicdanın ne olduğunu bilmeden başkalarına öğretmeye kalkmak ve buna genel toplumsal kabul ve dinsel otoriteden güç alma pek hoş bir tavır gibi görünüyor.
Özgürlükler haklar ve hukuktan sözediyoruz. Verilen ifade bir kere anayasal haklar, din, vicdan,  düşünce özgürlüğüne bir saldırı. Yani bir kişinin toplumunun din ve tanrısını kabul etmemesi merhametin ölçütü olabilir mi? 

Kimsenin vicdanını kimse belirleyemez. Bu çok talihsiz bir açıklamadır. Cahilcedir.

Eğer dindar ve teistseniz inkarcı inançsız gibi bana göre neredeyse bir töhmet ve saldırı içeren bu açıklamalar ve yakıştırmalara son verin. Kimse kimsenin, duygu, düşünce inanç sistemini belirleyemez, buna özgürlük diyoruz. 
Kişisel inançlar. 
Tersine inanmakta bir inanç. Tanrının olmadığına inanmakta bir inanç. Anladın mı?

İzlanda da tüm dinlerin akıl hastalığı ilan edildiğini biliyor musunuz?


-düzeltilecek-

Animizm

Animizm (canlıcılık) basitçe her şeyin canlı olduğu anlayışı ya da canlı cansız ayrımı ve ikilem görmeme. Basitçe özne ya da eşya ayrımı olmaması ve herşeyin birliği, aynılığı. Bu yeryüzünün en eski dini, kültürü ya da anlayışı gibidir. Doğa ve varlık; özne denilen ve sanılanla bütün ve aynıdır. Varlık birleşik bir bütün ya da aynıdır. Bakan ve gören ile görülen ayrımı yoktur. Özne nesnenin ta kendisidir. Animizm basitçe budur.

Bu doğa varlık gibi kavramlar da tüm oluşu birlemek, aynılamak gibidir. Mevcut verili Animizm tanımlamaları karmakarışık ya da saçmasapan..

Daha basitçe doğada bir kuşun varlığı animizmdir, animistiktir. Bir taşın varlığı da. Özne olarak bölünmemiştir. Muhtemelen bütünlük hissi, bir bağ ve aidiyet taşır, herhangi bir ayrım duymaz. Öznel aidiyet ve subjektivite ile yan, subjektif özel hissetme ile zihni ve doğa ile bağı parçalanmamıştır. Bu insanın da geçmiş aidiyeti.. Şimdi yanlış anlaşılıyor ya da anlaşılmıyor.
Animizm döneminde tıpkı özel mülkiyeti araştırdığınız ve çoğu zaman tarım toplumları vb. nin gelişimi ile sınıfların-sınırların oluşması ve benlik farkları ve çatışmalarının gelişimi bulmanız gibi, Kızılderilinin beyaz insanın toprağı çitle çevirmesini ve bireye özel kullanımını yadırgaması gibi insan henüz kimliğini-benliğini sınırlarla ve diğerlerinden fark kavramıyla özel olarak çevirmemiş ve bu anlamda sınırlamamıştı. Tekil özne kavramı yok. Öznellik bu kadar belirgin değil. Hiç belirmemişti. Tıpkı özel mülkiyet ya da buna dair algılayış olmaması gibi kişisel özel benlik mülkiyeti kavramı yoktu. Ormandaki ağaç gibi oluş ama ormana ait ve dair oluş... Kabile bireyi olma...
Şimdi Animizm doğanın endirekt doğrudan kavranışı. Bu aralarında bir dil olmayan insanları düşünün. Onların algılarını yönetemediğinizi. Bir çocuğa hiç bir gerçek öğretmediğinizi ve onun üzerinde hiç bir bilgi yapılandırmadığınızı ve ona dışsal bilgi algı aşılamadığınızı düşünün. Bu animistiktir, animizmdir.
Bebek kendini 6 ay anneyle bir bütün birleşik algılıyor denir. İlk 6 ay ayrım oluşmadı (denir) Bunun gibi doğayla ayrımsızlık. Mevcut insanın kurgul bilgi düzeneği olmadan doğa toplumu animistik. Bunda yanlış bir şey yok. Bu doğal kavrayış....
Hiç bir insan dili ve bilgisi öğrenmemiş 30 kadar çocuğu doğaya bıraksaydım? Sadece hayvanlar gibi anne ve babalarından ya da toplum ve kabilelerinden gözleyerek avlanma toplayıcılık ve beslenmeyi ve belirli sosyal iletişimleri gözlemleyerek öğrenselerdi?
Doğal animistler.... Bu kadar... Hiç bir kural kavrayışınızı taşımayacak... Asla.... Doğrudan doğayı kavrarlar ve inanın hiçbir fark görmezlerdi... Hiç bir şeyle çatışacaklarını sanmıyorum... Doğal bir akış ve oluş...


Şimdi insanın iki kavramı. Organik ve doğal. Bu yapısı, orjinali, doğallığı bozulmuş bir şeye göre onun en saf halini temsil ediyor.
Bunu insan düşüncesine uyarlayacak olsaydık? Bulacağımız organik düşünce durum tam da Animizm olurdu. Doğa anne. Toprak ana. Dünya ana.. Bunlar tam Animizm referansları. Bu ne ilkeldir, ne ilkele dönüştür. Doğal kavrayış. Hatta belki de üstün ari/saf olan budur. Animizme göre mevcut felsefeleriniz ve kavrayışlarınız ilkel ve aslını kaybetmiş olabilir. Doğalı ve olanı olduğu gibi algılamak ve adlandırmaktan uzaktır. Bozuktur.
İnsan öznesinin ve varlığının ilk ilişki kuracağı ve birlik kuracağı kendi türünden bireyler ve ikinci olarak ise doğadır. Bugün bu doğanın yerini pek çok şey aldı.

bos birakilmis alan11

bos birakilmis alan10

bos birakilmis alan9

bos birakilmis alan8

bos birakilmis alan7

bos birakilmis alan6

bos birakilmis alan5

bos birakilmis alan4

bos birakilmis alan3

bos birakilmis alan2

...........